23 Şubat 2009 Pazartesi

Apocalypto*: Zulmün kıyametinin koptuğu an…


Senaryosunu (Farhad Safinia ile beraber) ve yönetmenliğini Mel Gibson’un üstlendiği film, Güney Amerika’da Maya İmparatorluğunun son dönemlerinde, Avrupalıların kıtaya ayak basmasından, Yerli halka medeniyetin getirilmesinden hemen önceki bir tarih sürecinde başlıyor. Köylerinde mutlu ve huzurlu bir yaşam süren, geçimlerini yaşadıkları ormanda avlanarak devam ettiren bir grup yerli Maya imparatorluğunun köle tacirleri ve askerleri tarafından saldırıya uğrarlar. Esir edilen yerli kadınlar pazarlarda satılmakta, erkeklerde sözde maya tanrılarına kurban edilmektedir. Ülkeyi etkisi altına almış olan salgın hastalıkların bu sayede önüne geçilebileceğine inanılmaktadır. Kahramanımız Jaguar Pençesi köyde bir kuyuda gizlediği eşini kurtarabilmek için yağmur başlamadan geri dönerek onları oradan kurtarması gerekmektedir. Ama bir şartla, önce oğlunu öldürdüğü komutanı ve adamlarını safdışı bırakmalıdır.


Kısaca konusunu özetlediğim film Mel Gibson’un dördüncü yönetmenlik denemesi. İlk filmi Yüzü Olmayan Adam (The Man Without Face) (1993)’den sonra çektiği, Cesur Yürek (Braveheart) (1995), Tutku: Hz. İsa’nın çilesi (The Passion of the Christ) (2004) ve Apokalipto (Apocalyto) (2006) oldukça kanlı filmler. Söz konusu filmde kanlı bir şekilde bir av sahnesi ile başlıyor ve tempoyu düşürmeden sonuna kadar da sürekli kan ve ölüm izliyorsunuz. Çöküş dönemindeki Maya imparatorluğunda filmde anlatıldığı şekilde gerçekten bu kadar çok ve yaygın kan dökülmüş müdür? bilmiyorum. Orman köyü saldıya uğruyor, esirler kurban ediliyor, güneş tutulması sonucu kendilerinden kurtulunması istenen esirler birer hayvan gibi savaşçıların önüne atılıyor, ormanda kovalama sahneleri.. Kan, kan, kan. Ama senaryo öyle ustaca yazılmış ki,enteresan bir biçimde rahatsız da olsanız devamında ne ile karşılacağınızı merak ediyorsunuz. Öyle ya, yönetmen size bir hikaye anlatıyor ve hikayenin nasıl bittiği önemlidir. Cesur Yürek ve Tutku’da kötü bitmişti. :) Film sonuna kadar birazda rahatsız edici bir tarzda sürekli kan ve ölüm sergiliyor. Hikayede en ufak bir kopukluk olmadan, üstelik o zaman konuşulan maya dilinde başlıyor ve bitiyor. Ben filmin bu özelliğini çok başarılı buldum. Filme bir özgünlük kazandırdığını düşünüyorum. Düşünsenize Maya yerlileri ingilizce konuşuyorlar.. Yönetmen bunu Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi filminde de başarıyla gerçekleştirmişti. Filmin çekildiği doğal ortam, yerlilerin doğal şartları, giyim kuşamları harika bir şekilde aktarılmış.


Oyunculuk açısından ise, yine olumlu not vermek zorundayız, bence. Çünkü tümüyle deneyimsiz oyunculardan hatta çocuklardan oluşan bir topluluğa görevlerini öyle bir anlatmış olmalı ki, hiçbir yerde sırıtmıyorlar. Adeta doğal ortamlarına bir pencere açmışız da oradan doğal halleriyle abartısız yaşantılarıyla izliyoruz. Yerliler yerli gibi, çocuklar çocuk gibi, başrol oyuncuları da başrol oyuncusu gibi hakkını vermişler. Bir de başroldeki çocuk Barcelonalı futbolcu Ronaldinho’ya çok benziyor. Tabi, Ronaldinho daha dişlek. :)


Konu olarak, siyasi ve dinsel yorumlara girmek istemiyorum. Seyirlik olarak güzel bir iş çıkarmış, yönetmen. Bize de izlemek, anlamaya çalışmak, üzerinde biraz düşünmek kalıyor. Ben izledim, sinema sanatı açısından anlamaya çalıştım ve zevk aldım. Sizi bilmem… Verdiği mesajlar açısından da yorumlarım var tabi, ama sinemanın dışında bir alana kaymamak için onlara hiç girmiyorum.


*Apocalypto: “Kıyamet”, “Başlangıç”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder